Ahilerin helâl para kazanması gerekir. Bu hem vaciptir, hem sünnettir. Her kimin ki, meslek ve sanatı yoksa ona fütüvvet değmez. Ahinin 18 dirhem gümüş sermayesi ve mutlaka bir işi olmalı, işsiz olmamalı. Ahiler yoksullara yardım etmelidir. Ahi en iyi şekilde cömert olmalı, fakirleri sevmelidir. Âlimleri sevmeli, onlara saygı duymalıdır. Ahilerin iyi, anlayışlı ve temiz giyimli kimselerle sohbet etmesi lâzımdır. Hakkı kaybolanların hakkını aramak Ahilerin görevidir. Bu hak ya alınır yahut helâl edilir.”
Ahî Fütüvvet-nâmesi*
Bacıyan-ı Rum sözcüğünün anlamı yüzyıllar önce ortaya çıkan ilk kadın örgütlenmesine işaret eder. Bacıyan ismi bugünde kullandığımız “bacılar” yani “kadınlar “ anlamındadır. “Rum” adı ise “Anadolu”anlamındadır. Eskiden Anadolu’ya “Rum” deniyordu. Sözün kısası; Bacıyan-ı Rum’a ; ANADOLU KADINLARI ÖRGÜTLENMESİ denebilir.
Dünya üzerinde kadın örgütlenmesinin gerçekleşmesi için, 1800’lü yılları beklemek gerekirken, Anadolu’da 1200’lü yıllarda kadın birliği gerçekleşmiştir. Uzun bir süre yerli yabancı birçok tarihçi, böyle bir teşkilatın kurulmuş olmasına ihtimal vermemişlerdir. Nasıl böyle bir şey olur, kadınlar nasıl örgütlenir diye kabullenmekte güçlük çekmişlerdir. Bacıyan-ı Rum teriminden, ilk defa Osmanlı tarihçisi Âşık Paşazade söz etmiştir. Âşık Paşazade’den (ne güzel isim değil mi) sonra Faslı seyyah İbn Battuta, kadın cemaatlerinden bahseder. Daha son birçok tarihçi ve bilim insanı Bacıyan-ı Rum hakkında bilgiler aktarmışlardır.
BACILAR NEREDE NASIL ÖRGÜTLENDİLER
Bacıyan-ı Rum birliği ilk kez Kayseri’de örgütlendi.
Kayseri’de örgütlenmiş olmaları tesadüf değildir. Neden derseniz; o zamanlarda Kayseri bugünkü gibi ticaret şehriydi. Ticari şehir olmasının yanında bilim ve sanatta önde olan bir kentti. Anadolu’nun tam ortasında bulunduğu için, doğudan batıya, kuzeyden güneye ulaşım kolay oluyordu. Yalnız yurt içinden değil İran’dan, Suriye’den Kırım’dan, Bizans’tan tacirler gelip alış veriş yaparlardı. Otuz iki türde üretim yapan esnaf vardı. Ahi Evren’in esnafların işyerlerini bir arada toplama önerisi, dönemin hükümdarınca hoş karşılanmıştı. Kayseri’de, tıpkı bugünkü organize sanayi bölgeleri gibi esnaf çarşıları kurulmuştu. Sadece esnaf örgütlenmesi değil, diğer örgütlenmeler de vardı. Bunlar dört grup altında toplanıyordu.
Anadolu Ahileri (esnaf ve sanatkârları)
Anadolu Gazileri (askerleri)
Anadolu Abdalları (dervişleri)
Anadolu Bacıları (kadınları)
Bu dört gruptan biri, görüldüğü üzere Bacıyan-ı Rum’du. Neden böyle bir yapıya ihtiyaç duyulmuştu. Mikail Bayram, “Fatma Bacı ve Bacıyan-ı Rum” kitabında kadınlara deri üretimiyle beraber böyle bir ihtiyacın ortaya çıktığını vurgular. O dönemde debbağlama denilen deri işlemeciliğinden arta kalan kırpıntıların değerlenmesi işleri için kadın emeğine gerek duyulurdu. Sadece erkeklerle yapılan yetersiz kalmaktaydı. Göçebelikten gelen Türkmenlerin, geleneksel yaşamında kadın emeği çok etkindi. Örgü, dikiş işleri, halı dokuma, hekimlik kadınların faaliyet alanındaydı. Bacıyan-ı Rum başlangıçta iktisadi nedenlerle ortaya çıksa da, daha sonra Alevi Bektaşi oldukları için devletçe hor görülme ve dışlanma örgütlenmenin önemini artırmıştı. Ezilen inanç gruplarının, toplum kesimlerinin örgütlenme ihtiyacı, eşyanın tabiatı gereğidir. Bu nedenle Bacıyan-ı Rum Teşkilatı; uzun yıllar varlığını sürdürecek ve Ahi Evren teşkilatının bir kolu olarak birçok çalışmalar yapacaktı.
Ben bu durumu, günümüzdeki sivil toplum kuruluşlarına benzetiyorum. Bugün de kadın örgütleri ve diğer örgütler ülkemizde yaşanan haksızlıklara karşı mücadele etmektedirler.
BACIYAN-I RUM TEŞKİLATI NELER YAPTI ?
Bacıyan-ı Rum teşkilatı; yalnızca ticari değil, sosyal ve siyasi amaç da taşımaktadır. Bunun içindir ki, örgütlenmeleri Kayseri ile sınırlı kalmamış; Konya, Ankara, Sivas, Aksaray, Kırşehir ve Tokat’ta varlıklarını sürdürmüşlerdir.
1205 yılında kurulan Ahilik Teşkilatını Selçuklu Sultanı 1.Gıyaseddin Keyhüsrev’in desteklediğini görüyoruz. Hatta Ahilerin ve Bacıların devletin emniyet işlerini üstlenecek kadar güçlendiğine tanık oluyoruz. Yine günümüz tabiriyle, tekstil sektörü Bacıyan-ı Rum teşkilatının elindeydi diyebiliriz. Börk (başlık) dikimi, halı dokumacılığı, yün eğirme gibi işler kadınlar eliyle yapılıyordu. İleriki yüzyıllarda yeniçerilerin giyeceği börklerin kökeni Anadolu Bacılarına dayanıyordu. Hekimlik, yaşlıların bakımı, yetim kızların çeyizinin hazırlanması ve evlendirilmesi gibi bu dayanışma faaliyetleri kadınların elindeydi.
Anadolu Kadınlarının devlet ve Moğollara karşı topraklarını savunmalarındaki kahramanlıklarını ileriki bölümde anlatacağım.
FATMA BACI KİMDİR ?
Fatma Bacı; Bacıyan-ı Rum Teşkilatının lideridir. Doğum ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 13. yüzyılda yaşadığı tespit edilmiştir. Babası ileri görüşlü, aydın düşünceli bir kişi olan Kirmani’dir. Kirmani, Azerbaycan’ın Hoy kasabasından gelmiş bir Türkmen’dir. Amine isimli bir kızı daha vardır. Amine ve Fatma’nın eğitimi için her türlü olanağı yaratmıştır. Bacıyan-ı Rum Kızlarının bilim ve sanatın yetkinliğinin yanında örgü, nakış, boyama, kilim halı dokuma, keçecilik, çadırcılık, terzilik, hekimlik işlerinde, misafir ağırlamada gelişmiş oldukları görülür. Aralarında dervişlik, mürşitlik makamına yükselenler vardır.
Fatma Bacı’nın ayrıca siyasi yönüne de tanık oluyoruz. Mevlevi tarihçilerce Fatma Bacı siyasi duruşundan dolayı yok sayılmış, kardeşi Amine ise suya sabuna dokunmadığı için övülmüştür. Fatma Bacı, Ahi Evrenin eşidir. Ahi Evren kim derseniz adından da anlaşılacağı üzere Ahilik Teşkilatının kurucusudur. Fatma Bacı’nın isimleri, Allah versin, oldukça çoktur. “Fatıma Nuriye, Kutlu Melek, Hatun Ana, Ana Bacı, Kadıncık Ana” diye anılan adları vardır. Kadıncık Ana adı, Hacı Bektaş’la tanışmasından sonra oluşur. Fatma Bacı, uzun yıllar Kayseri’de yaşamıştır. Yaşadığı mahalle ahilerin bir arada yaşadığı yer olan“Külahduzlar” Mahallesi'dir. "Külahduzlar” sözcüğü “örgücüler” anlamına gelir. Bacıyan-ı Rum teşkilatının yaptığı işi kanıtlarcasına yaptıkları iş, mahalle adı olarak geçmiştir.
Hacı Bektaş Velâyetnamesine baktığımızda, gerek Türkmenlerle, gerekse Fatma Ana’yla ilgili birçok bilginin ya gizlendiğine ya da taraflı kayıtlar tutulduğuna rastlıyoruz. Sağlıklı bilgiye ulaşmak çoğu zaman zorlaşıyor. Hele bir de buna kadını yok sayan zihniyeti sayarsak, elimizde oldukça sınırlı bir bilgi kalıyor. Dünya’daki ilk kadın örgütlenmesinin lideri hakkında, yeterli bilgiye ulaşamamak üzüntü veren bir durumdur. Nitekim Hacı Bektaş’ın Kırşehir’de bulunan türbesini ziyaret eden, anma şenliklerine katılan birçok kimsenin aklına Kadıncık Ana’nın evini görmek gelmez. Çünkü ziyaretçilerin çoğunun Kadıncık Ana’nın evi olduğundan dahi haberi yoktur. Daha da ileri giderek söyleyeyim; Kadıncık Ana gibi bir dervişin yaşadığından haberi yoktur.
Kadıncık Ana’yla ilgili kelamımıza burada şimdilik ara verelim. Gelelim o yıllarda Anadolu’ya bela olan Moğol baskınlarına.
MOĞOL BASKINLARI
13. yüzyıl Anadolu'ya Moğol saldırılarının olduğu bir yüzyıldır. Moğol baskınında Bacıyan-ı Rum teşkilatı önemli bir görev üstlenir. Baskına karşı direnirler. Bu direnme tarihe Babai isyanı olarak geçecektir. Sivas ve Tokat illeri Moğollara karşı koymadan teslim olurken, Kayseri’de gerek Ahilerden, gerekse Bacılardan büyük bir direnme görürler. Kıyasıya bir savaş olur. Yalnız Kayseri’de değil Konya, Kırşehir, Ankara, Çankırı şehirlerini teslim etmeme yönünde direnç gösterirler. Kayseri şehrini kazanmalarına ramak kala içlerinden bir hain subaşı Baycu, Kayseri’nin atık sularından Moğolların içeri girmelerini sağlar ve savaşı kaybetmelerine neden olur. Ondan sonra büyük bir Alevi kıyımı yaşanır. Koca şehir yağmalanır, binalar ateşe verilir, kadınlara tecavüz edilir, genç kadın ve erkekler esir alınarak götürülür. Götürülenler arasında Fatma Bacı’da vardır. Fatma Bacı’nın nereye sürgün gittiği bilinmiyor.
Bunca zulüm karşısında Ahi Evren: “Bu zamanın kurt niyetli yöneticileri, kişilerin mallarına el koymaktadır. Şeriatın hükümleri büyük ölçüde ortadan kalktı. İslam’dan sadece bir ad kaldı” diyecektir. (bakınız, M. Bayram, Fatma Bacı ve Bacıyan-ı Rum sy. 65)
Moğol saldırısında Ahi Evren şehit edilir. Bundan sonra Fatma Bacı, 14 yıl yurdundan uzakta esir ve sürgün hayatı yaşayacaktır. Ancak Bacıyan-ı Rum Kadınları nereye sürgün gitseler oraya öğretilerini taşıyacaklardır. Binlerce kadın, erkek, çoluk çocuk, uç bölgelere, sarp kayalık, dağlık yörelere kaçacaklardır. Tarihin iflah olmaz zalimlikleriyle, bu kaçış yüzyıllarca devam edecektir. Sevgili okurlar, nerede bir dağlık engebelik kuş uçmaz kervan geçmez varsa bilin ki; oraları Türkmenler yurt tutmuştur.
FATMA BACININ HACI BEKTAŞ İLE KARŞILAŞMASI
14 yıl süren esir hayatından sonra Fatma Bacı, Kırşehir Sulucakarahöyük’e gider. Hacı Bektaş’la tanışır. Kadıncık Ana için “eşitimdir” diyen Hacı Bektaş onu himayesine alır. Hacı Bektaş’ın “kadınlarınızı okutunuz” vecizesi anlamını en iyi Kadıncık Ana’da bulur. Zira o koca bir topluma liderlik yapmış, Moğol baskınına karşı yurdunu sonuna kadar savunmuştur. Unutmadan söyleyeyim, Fatma Bacı’nın ismi Hacı Bektaş’la beraber hareket etmesinden sonra Kadıncık Ana diye anılacaktır.
Kadıncık Ana, örgütlenme faaliyetlerine Sulucakarahöyük’te devam edecek, verdiği eğitimden sadece kadınlar değil, erkekler de yararlanacaktır. Alevi Bektaşi kültüründe kadınla erkeğin birlikte hareket etmeleri hele de Kadıncık Ana’nın mürşid, yani hoca (inanç yolunu gösteren) diyebileceğimiz düzeye gelmesi, Sünni İslam kesimince hoş karşılanmaz. Kızılbaşlar yani Alevi Bektaşiler; kâfir, dinsiz diye damgalanır. Hacı Bektaş, bu menfi tavırlara şu dörtlükle karşılık verir;
Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın-erkek farkı yok
Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde.
Kocası Ahi Ervan’ı Moğol istilasında kaybeden Kadıncık Ana, Kırşehir’de ikinci kez evlenecektir. Kadıncık Ana’nın Hacı Bektaş ilçesindeki evi hala ayaktadır. Evin hangi tarihte yapıldığı bilinmese de yedi asırdır, zaman zaman bakım ve onarım faaliyeti görmüştür. Müze haline getirilen ev Nevşehir ili, Hacıbektaş ilçesi, Savat mahallesi, Kadıncık Ana Sokaktadır. Ev dedimse öyle görkemli bir yapı ummayın değerli okurlar, içinde cem odası, konuk odası ve birkaç odanın bulunduğu mütevazı bir yapıdır.
MEVLANA’NIN BACIYAN’I RUM’LA İLGİSİ
Birçok kaynağa baktığımızda, Mevlana’nın Türkmenlere yani Alevi Bektaşilere sıcak bakmadığını görüyoruz. Yaşam biçimlerini, din anlayışlarını, özellikle cemlerini, kadın erkek birlikte semah dönmelerini şiddetle eleştirmiştir.
Moğolların Anadolu’ya saldırısında tepki göstermeyip, bizzat onlardan yana siyaset gütmüştür. Hal böyle olmakla beraber, Mevlana’nın kızı Meliki Hatun’un Bacıyan-ı Rum teşkilatına girdiği ancak babası ve Şems tarafından buradan alındığı söylenir. Kardeşi Aleattin Çelebi ise Moğollara karşı isyanda yer almıştır. Alaeddin Çelebi isyanın bastırılması sırasında şehit düşecektir. Mevlana’nın oğluna ne kadar üzüldüğü pek bilinmez ama, Moğolların elde ettikleri ganimetlerin bir kısmının müritlerine verilmesini istemesi bilinen bir gerçektir. Herhalde bundan dolayıdır Orta Anadolu’da yaşayan ihtiyar Türkmenlerin Mevlana’dan nefret etmeleri. Adı geçtiği zaman olumsuz cümleler kurmaları. Neyse efendim, biz Bacıyan-ı Rum’a dönelim yine, ne varsa dimağımızda dökelim yazıya.
Anadolu Genç Kızlarının örgütlenmesini incelediğimizde, Alevi Bektaşilerin kadına bakış açısının Sünni topluma göre daha ileri seviyede olduğunu görüyoruz. Türkmenlerin göçebe toplumdan gelmelerinin payı yadsınamaz. Bu duruma bir de İslam’ın Bâtıni yani öze dair yorumu eklenince, kadınların nispeten özgür, değeri bilinen bir varlık olması sonucu doğar. Ortodoks İslam kurallarına zıt olarak tek eşle evlenme şartı, kadını koruyan bir hukuk sistemidir. Ahi Evren zümresinde
Eline, beline, diline hakim ol
düsturu hakimken, Bacıyan-ı Rum’da
Aşına, işine, eşine sahip ol düsturu hâkimdir.
Her iki ilke de her Alevi Bektaşi için geçerlidir.
Tarihe baktığımızda Ahiler ve Bacıların; bugünkü ticaret ve esnaf odaları gibi sadece kendilerini düşünen bir zümre değil, topluma çok yönlü fayda ve güzellik sağlamak için var olduklarını görürüz. Yaptıkları iyilik ve fedakarlıkların önünde saygıyla eğilmemek mümkün değildir.
Yazımın sonunda sizlere; Bacıyan-ı Sema - Hak Sevdası Türküsünü dinlemenizi tavsiye ederim. Hüzünlü ve ayakta alkışlanacak hikâyelerini belki daha iyi hissettirir size.
Saygılar efendim…
--------
-
Ahiliğin ilkelerini ve şartlarını anlatan risale, bildirge (manifesto), Fütüvvet “gençlik, kahramanlık, cömertlik” anlamına da gelir.
Kaynaklar:
-
Mikail Bayram, Fatma Bacı-Bacıyan-ı Rum, Çizgi Kitabevi
-
Güler Akkaya , Yol Kurucusu Kadıncık Ana, Kalkedon Yayıncılık.
-
Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sayı 97
-
Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sayı 95
-
Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sayı 60
-
İslam Ansiklopedisi.org.tr ağlattınız ey sanatçılar
-
Vikipedi.
Yazarın Dİğer Yazıları
Tanrıça Demeter ve Akbelen
6 Ağustos 2023Örgütlü Mücadelenin Gücü
23 Mart 2023Göçebe toplumlardan bugüne Göçler
4 Mart 2023Deprem!
19 Şubat 2023Serol Teber
25 Ocak 2023Mahsa Amini ve Mücadeleci tüm kadınlara
9 Ekim 2022Spartaküs ve Zenci İSyanı
27 Mayıs 2022Rıza Şehri
29 Nisan 2022Baharın Mitosları
28 Mart 2022cam tavan etkisi
3 Mart 2022Mitoloji öğretiyor
23 Şubat 2022Yunus Emre
31 Ekim 2021Halide Edip Adıvar
8 Ağustos 2021Özgürlük (2)
17 Temmuz 2021Özgürlük -1
29 Haziran 2021Yalnızlık ve halleri
16 Haziran 2021Zabel Yeseyan
3 Haziran 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Kadın Dergileri
16 Mayıs 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadın Dernekleri
27 Nisan 2021