Tek yol: Halkların Gıda Egemenliği ve hemen!

Sibel Ersöz

22 Mayıs 2022
Tek yol: Halkların Gıda Egemenliği ve hemen!

Bir zamanlar, tarımda “kendi kendine yetebilen” güzel ülkemizde, gıda krizi yaşayacağımız hiç akla gelir miydi? Düştüğümüz şu duruma bakın… Üretememe ve gıdaya erişememe halinin giderek derinleştiği adeta bir çözümsüzlük sarmalı içindeyiz. Tehlike aslında sanılandan çok daha büyük! Uyguladığı neoliberal gıda ve tarım politikalarıyla, çok uluslu şirketlerin taleplerini, eksiksiz karşılayan mevcut iktidar, krizi daha da tetiklerken tarımsal yapımız da geri dönüşümü çok zor ağır yara aldı. Sorunun kaynağı belli, çözümü de net. O çözüm halkın gücünden gelecektir.   

Bir önceki yazımda, gıda krizine geniş bir perspektiften bakmaya çalışmış; sorunun çözümünü de bu yazımın konusu olarak ayrıca dile getireceğimi ifade etmiştim. O halde kaldığımız yerden devam edelim… 

 “Petrol ile hükümetleri kontrol edersiniz. Para ile devletleri kontrol edersiniz. Gıda ile insanlığı kontrol edersiniz.” -Henry Kissinger 

1980’lerden başlayarak devleti tarımdan çeken, şirketlerin önünü açan neoliberal gıda ve tarım politikalarının ülke tarımının yıkım sürecini hızlandırdığını herhalde hepimiz gayet net bir biçimde görüyoruz. En acısıyla yaşamakta olduğumuz tarımda yıkım süreci, sadece ülkemize, bize değil, IMF (Uluslararası Para Fonu), Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü marifetiyle dünyanın bütün ülkelerine dayatılan programların bir sonucu. Şu anda ülkemizde “gıda krizi” adı altında yaşadıklarımız, söz konusu programların, ne yazık ki, mevcut iktidarın destek çıkmasıyla ciddi bir felakete doğru sürüklenişimizin göstergesi… 

Dünyada tohum, kimyasal gübre, tarımsal üretimde kullanılan zehirler, tarımsal donanım, üretim, ulaştırma, pazarlama, gıda işleme ve gıda imalat alanında faaliyet gösteren şirketlerin yıllar süren birleşmeleri ve el değiştirmeleri sonucu tarım ve gıda sisteminin denetimi ve kontrolü çok az sayıdaki küresel şirketin eline geçmiş durumda ve geçmeye devam ediyor. Küçük çiftçiler ise üretemez duruma düşürülerek topraklarını kaybedip işlerini yapamaz hale getiriliyor. Yaşadığı bütün olumsuzluklara rağmen ısrarla topraklarında üretmek isteyen küçük çiftçiler sözleşmeli üretime zorlanarak şirketlerin gıda sistemine bağlanıyor, üretim sürecindeki kararları, tohum ve girdi kullanım tercihlerini sözleşme yaptıkları firmalara bırakmak zorunda kalarak bağımsızlıklarını yitiriyorlar. Çiftçilikle ilgili bilgileri değersizleşiyor.

Hala devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı, iklim değişikliğinin etkisi ile kuraklık endişesi tüm dünya piyasalarını tedirgin ediyor. Dünya gıda fiyatlarındaki artış, bizim gibi tarımda ithalatçı ülkeleri zorluyor. Tarım ürünü ithal edenler aynı zamanda gıda enflasyonu da ithal ediyor. Türkiye yıllardır fiyatı artan tarım ürünlerinde gümrük vergilerini düşürerek veya sıfırlayarak ithalatla içerde fiyatları düşürmeye ve gıda enflasyonunu aşağı çekmeye çalışıyor. Ancak gıda ve tarım ürünlerindeki fiyat artışları öyle boyuta geldi ki yapılan ithalatla gıda enflasyonu da ithal ediliyor. Kendi kendine yetebilen bir tarım cenneti değil, başlı başına ithalat cennetiyiz artık… 

Ülke insanımızın ekolojik olarak güvenli ve sürdürülebilir yöntemlerle üretilmiş, makul fiyatta, sağlıklı ve kültürel olarak uygun gıdaya ulaşımı artık çok ama çok sınırlı. Ve iktidar hiçbir şey yapamıyor, çözüm üretemiyor.  

Çözüm artık “Gıda Egemenliği!”

1996 yılında Birleşmiş Milletler, FAO (Gıda ve Tarım Örgütü) tarafından Roma’da düzenlenen Dünya Gıda Zirvesi’nde uluslararası bir çiftçi örgütü olan La Via Campesina (Çiftçi Yolu), ilk defa sağlıklı, zehirsiz gıdalara ulaşabilmek için şirketlerin gıda sistemi içinde önerilen gıda güvenliği kavramının yeterli olmadığını belirterek “gıda egemenliği” kavramını dillendirdi. Bu kavram 2007 yılında yapılan Nyeleni Deklarasyonu (1) ile uluslararası boyut kazandı.

Peki, gıda egemenliği nedir? Nasıl bir çözüm sunuyor? La Via Campesina Örgütü’nün bir bileşeni olan Çiftçi-Sen’in (Çiftçiler Sendikası) Örgütlenme Sekreteri Adnan Çolakoğlu şöyle açıklıyor: 

https://www.yesildirenis.com/wp-content/uploads/2020/07/Paris-COP21-268-1-1024x576.jpg

“Gıda egemenliği, kapitalizmin dayattığı gıda sistemine karşı durmak, gıdayı meta olmaktan çıkararak, piyasayla hesaplaşmaktır. Yerel tohumlara sahip çıkmak, tohumların patentlenmesine, GDO’lu tohumlara ve ürünlere karşı mücadele etmektir. Küresel iklim krizine gerçekçi çözüm sunmaktır. Daha az su, ilaç ve enerji kullanımı gerektiren ve dünyayı soğutacak bir üretim sistemi olan küçük aile tarımına sahip çıkmaktır. Doğanın ve tüm canlıların kimyasal ilaçlarla zehirlenmesine karşı çıkmak, kimyasal ilaç üreten şirketlere karşı mücadele etmek, ekolojik dengeyi korumak demektir. Gıda egemenliği, tüm canlıların gıdaya ve suya erişim hakkını savunmak, suların ve su kaynaklarının özelleştirilmesine karşı mücadele etmektir. Toprağa sahip çıkmak, tarım arazilerinin şirketler tarafından enerji ve maden yatırımları, otoyollar, konut ve fabrikalar için gasp edilmesine karşı mücadele etmektir. Gıda egemenliği; insanların geçimini yok eden, dolayısıyla onları göçe zorlayan sermayenin ve metaların serbest dolaşımını değil; halkların özgür hareketini istemektir. Üreticiler ve tüketiciler arasında rekabet ve çatışma yerine işbirliğini ve dayanışmayı geliştirmektir. Tarım ve gıda politikalarının; gıdaya erişim hakkına dayanmasını, açlık ve yoksulluğun giderilmesini, temel insani ihtiyaçların karşılamasını, cinsiyetler arası eşitsizliğin kaldırılmasını savunmak ve bunun için mücadele etmektir.”

Tüm insanların, gıda sistemlerini nasıl örgütleyeceğini kolektif olarak karar vererek, kamu yararını ilgilendiren tüm konularda ve kamu politikalarında karar alma süreçlerinde katılımcı olabilmesini sağlamak ve bunun için mücadele etmektir. Ortak varlıklarımızın yönetiminin kolektif ve demokratik olmasını, toplumsal denetim süreçlerine dayanmasını amaçlayan yeni bir toplumsal düzen istemek ve bu toplumsal düzen için mücadele etmek demektir.” 

“Tarımı hor gören yarını zor görür.”

-Mahmut Eskiyörük-

(Tire Süt Kooperatifi Başkanı)

Çiftçi-Sen Genel Başkanı Ali Bülent Erdem ve Adnan Çolakoğlu, geçtiğimiz Nisan ayında bir açıklama yaptı. Açıklamanın, gıda krizinin sürekli büyüdüğü, yoksulların, emekçilerin gıdaya erişiminin her geçen gün zorlaştığı günümüzde daha adil ve onurlu, halkların kendi kültürlerine uygun, doğayla uyumlu bir gıda sisteminin bugün daha fazla ihtiyaç olduğuna yönelik tespiti son derece önemli. Ama daha da önemlisi, çarenin ne olduğunun ifadesi: “Bunun için de kır ve kent arasında dayanışma ve sınıf ittifakları kurmaktan ve güçlendirmekten başka çaremiz yok.”  

https://portal.odp.org.tr/wp-content/uploads/2016/07/tt.jpeg

La Via Campesina (Çiftçi-Yolu) kurulduğu günden bu yana çok uluslu şirketlerin kontrol ettiği gıda sistemine karşı mücadelesini sürdürüyor, çiftçilerin, kırsalda çalışan diğer insanların haklarını savunuyor. Bu mücadelede çitçiler, köylüler tıpkı 1996 yılının 17 Nisan’ında olduğu gibi birçok arkadaşını kaybetmiş. Brezilya’da Topraksız Kır İşçileri- MST’li çiftçiler toprağa erişmek için verdikleri meşru mücadele sırasında şirketlerin ve devletin güvenlik güçleri tarafından saldırıya uğramış ve 19 MST üyesi acımasızca katledilmiş. La Via Campesina çiftçileri anmak ve onların katledilmesinin nedeni olan şirketlerin gıda sistemine karşı mücadelenin yükseltileceği bir gün haline getirmek için 17 Nisan’ı “Çiftçi Mücadele Günü” olarak belirlemiş. O tarihten bu yana her yılın 17 Nisan günü, “Çiftçilerin Uluslararası Mücadele Günü” olarak ortak gündemli değişik eylem ve etkinliklerle bütün dünyada anılıyor. 2022 yılının bir başka anlamı: köylü enternasyonalizmini gerçekleştirerek neoliberal tarım politikalarına, şirketlerin dayattığı İkili Ticaret Anlaşmalarına, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nın (GATT) Uruguay  Raund’unda tarımın konu edilmesine karşı dayanışmanın ve kolektif mücadelenin başlamasının 30. Yılı olması…

https://www.sivilsayfalar.org/wp-content/uploads/2019/08/1-6.jpg

La Via Campesina, ekoloji mücadelesini de içinde barındıran gıda egemenliği fikrini ve  mücadelesini geliştirmek, pekiştirmek için kısaca  “Köylü Hakları” diye ifade edilen “Köylüler ve Kırsal Bölgelerde Çalışan Diğer Kişilerin Hakları Deklarasyonu”nu (2) hazırladı ve yoğun mücadelesi ve çabaları sonucu 2018 yılında, BM Genel Kurulu’nda kabul ettirdi. Türkiye bu oylamada “çekimser” oy kullandı. La Via Campesina, 17 Nisan’ın bu yılki teması kapsamında, hükümetlerin söz konusu deklarasyonda belirtilen gıda egemenliğine ilişkin yükümlülükleri yerine getirmelerini, köylüleri, küçük çiftçileri destekleyici kamu politikaları uygulamalarını  talep etti ve bu talebe uygun mücadelesini yıl içinde etkin bir biçimde sürdürecek. Çiftçi-Sen’in kurucu üyesi olduğu La Via Campesina Avrupa Koordinasyonu da (ECVC) Avrupa Parlamentosu üyelerine, Avrupa Komisyonu Başkanı’na ve diğer AB yetkililerine çağrıda bulunarak söz konusu deklarasyonu hayata geçirmelerini ve halkların gıda güvencesinin teminatı olarak gıda egemenliğinin tesis edilmesi için çaba sarf etmelerini istedi. 

Halkların gıda egemenliği mücadelesini sistematik ve etkin bir biçimde yürütebilmek için oluşturulmuş örgütlenmelerin bir toplumsal proje altında bir araya gelişleri gıda egemenliği hareketini oluşturuyor. Kooperatifler de bu örgütlenmelerden biri olduğunda gerçek anlamını kazanıyor.

Gelecek yazımda, kooperatifçiliği kısa tarihi geçmişi ile birlikte inceledikten sonra neoliberal kooperatifçiliği mercek altına alıp gıda egemenliği mücadelesi içinde nasıl bir kooperatif anlayışının yerleşmesi gerektiğine ilişkin görüşlere yer vereceğim. 

--------- o --------

  1. https://www.karasaban.net/nyeleni-bildirgesi-ceviri-erhan-kelesoglu/

  2. Köylü Hakları Deklarasyonu’nun tamamı için bkz. https://www.karasaban.net/wp-content/uploads/UNDROP-Book-of-Illustrations-l-TR_icsayfalar_con.pdf

 

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Kaderimizi gıda mı belirleyecek?
    Başımıza bir bir gelmekte olan türlü türlü musibetin sorumlusu kim? Doymak bilmeyen, gözünü hırs ve para bürümüş, iktidar ve güç sahibi olmanın getirdiği iştahla milyonlarca, milyarlarca masum insana zulmeden, gezegenimizi…
  2. Bereketi Kıtlığa, Zeytini Hırsınıza Kurban Edemezsiniz!
    Her ne ile ilgileniyorsak lütfen bırakalım! Doğanın yaklaşan sessiz çığlıklarına sessiz kalmayalım! Maden uğruna zeytinlikleri yok etme yetkisi veren kararnameye topyekûn karşı çıkmanın, kâbus gibi katliamların önünde duvar olmanın zamanı…
  3. Paris İklim Anlaşması, bir anlaşma mı yoksa bir aldatmaca mı?
    “Türkiye’de sera gazı emisyonu ya da Türkiye’de sera gazı salınımı kişi başına yaklaşık 6 tondur. Türkiye her yıl 500 milyon ton sera gazı salmaktadır. Bu oranla Türkiye, dünyanın yıllık salınımının yaklaşık olarak %1'ini meydana getirmektedir'' Dünyamız ısınıyor, iklimler…
  4. Koronavirüsle birlikte eşikte bekleyen bir başka sorun: Susuzluk…
    Tüm dünyayı kasıp kavuran bir salgının ortasındayız. Koronavirüs’le (Covid-19) hayatımızın akışı değişti. Her günümüze, daha önce yaşamadığımız “hayatta kalma” endişesiyle başlıyoruz artık… Öte yandan, virüsle ilk tanıştığımız andan itibaren “maske,…
  5. Sorular bitmiyor: Aşı gerçeğinin acı yüzü
    Bize Çin aşısı geliyor…  Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’a sormuşlar: “Siz bu Çin aşısından kendinize yaptırır mıydınız?” Yanıt şu: “Önümüzde fazla alternatifimiz yok. Bi’ tek Çin aşısı olacaksa elbette yaptırırım.”…
  6. Eğitim pandemi kıskacında, dümen tutmuyor.
    Devlet okullarına giden öğrencilerden 754 bin 429 öğrencinin evinde televizyon yok, 1,5 milyonun bilgisayarı yok, 3 milyon 17 bin 718 öğrencinin interneti yok. Yani uzaktan eğitimde yok çok…  Televizyonu, interneti, bilgisayarı…
  7. CORONA'nın Düşündürdükleri ve Öğrettikleri - 2
    Kendini evrenin merkezi kabul eden, endüstri devrimiyle birlikte diğer canlıları, hayvanları ve eşyayı küçümseyen ve hareket tarzını da bu inanışı çevresinde şekillendiren insan, şimdi çaresizce kendi türünün yok oluş tehdidiyle…
  8. Corona'nın düşündürdükleri ve öğrettikleri
    Dozunu iyi ayarlayabildiğimiz takdirde korku, kaygı, endişe gibi duygular, hayatın genlerimize kodladığı “hayatta kal!” dürtüsüyle harekete geçtiğimiz sırada, problemlerimizin çözümünde bize itici güç oluşturabilir.   1 metrenin milyarda biri olarak…
  9. 'Tedbir tehlikeye göredir'
    “Şeffaflık kaygıyı azaltır. Bilinçli farkındalık şeffaflıkla mümkündür. Farkındalık dayanıklılığı destekler. Müdahil olmayı sağlar. Dayanışmanın, ortak amaçların zeminini oluşturur. Aynı soruna karşı çözüm arayanların ortaklaşmasını hızlandırır. Toplumu etkinleştirir ve geliştirir.” Merhaba……

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…