Kafeslere sığmayan bedenler

Gamze Şimşek

11 Temmuz 2022
Kafeslere sığmayan bedenler

Dürüst olalım, bir gün zayıflarım diye sakladığın o elbisenin içine on yıldır giremiyorsan, ne olur biraz gerçekçi ol ve içine girebileceğin başka bir elbise al da, ruhun da, gardırobunda ferahlasın. Ama şu da var ki, dolabından attığın elbiselerle sana biçilen kadınlık rollerini atman kolay olmayacak bilesin.  

Giysiler Ne Anlatır? Hele de, bir Bayram Günü’nde bunu sormak sanırım çok manidar olur.  Senede sadece bayram günlerinde kıyafet sahibi olan kuşaklar, “Ah! Bizim zamanımızın bayramları” diye başladıklarında muhakkak bunu bir çift kırmızı pabuca, ya da ütülü bir pantolona bağlarlar.

Hiç unutmam, 9 yaşlarındayım. Bir bayram arifesi Beşiktaş’ta bir mağazanın vitrininin önünde duruyoruz. Yeşil bir mini etek, kısa yeşil bir ceket ve içinde limon sarısı bir gömlek. Aman yarabbi, o anı dün gibi anımsıyorum. Babam mağazadan içeri girince, annem “elbiseyi beğendin mi” diye sormuştu bana. Beğenmek ne kelime, cansız mankenin üzerinde elmas gibi parlayan bu takıma vurulmuştum. Sesim fazla çıkarsa almaktan vazgeçerler diye korkup, belli belirsiz bir sesle, evet dedim. “Tamam, o zaman” dedi annem. “Baban fiyatını sormaya gitti, ama çok pahalıysa alamayız ona göre.” Pahalı ne demekti, neye göre pahalıydı? Hiçbir şey bilmiyordum. Bildiğim tek şey o elbiseye vurulmuş olduğumdu. Derken babamın bir el işareti ile kendimizi mağazanın içinde bulduk. O da ne, az evvel vitrindeki kıyafet, şimdi üzerimdeydi. Annem oramı buramı çekiştirip düzeltirken, babam da tezgâhtar kızla sıkı bir pazarlığa girişmişti. Pazarlık bitmiş olsa gerek ki, babamın sesiyle irkildim. “Beğendin mi kızım?”  Beğenmek ne kelime, ömrümün geri kalanını her an bu kıyafetle geçirebilirdim ama “çok pahalıysa alamayız ona göre” diyen annemin sesi kulaklarımda olduğu için, gene çok tiz bir sesle beğendim dedim. Aksi halde alamazsak babamın üzüleceğini düşünüyordum çocuk aklımla. Seksenlerin tam bir imaj devri olduğunu söylüyor, kitabı “Giysiler Ne Anlatır”* da Seda Yılmaz. Yetmişlerin sonunda doğmuş bir yetişkin olarak bu söze katılmamak ne mümkün. Hele de o günlerde sadece babanın aldığı ücretle geçinen bir aileye mensupsanız, yani beğendiğiniz şeylere ulaşabilme ve ulaşamama arasında hep ince bir çizgi varsa. 

“Tamam, o halde, alıyoruz” dedi babam. O an sevinçten deliye dönen ben, babama nasıl teşekkür etmeliydim, ne yapsam azdı. Hızla koştum ve “ teşekkürler babacığım” diyerek elini öpüp başıma koydum. Tezgâhtar kızlar şaşkın, babamsa gururluydu. Bense yanlış bir şey yapmamıştım. Çünkü babama teşekkürün en vücut bulmuş haliydi onun elini öpmek. 

Peki, ben el öpmenin bir teşekkür biçimi olduğunu hangi ara ve nasıl kazımıştım o çocuk aklıma?

İşte bu yüzden çok seviyorum feminist söylemi. Bu eril sistemi farkında olmadan nasıl sürdürdüğümüzü ve erk zihniyetin kendisine biat edilmesinden nasıl gurur duyup haz aldığını bizlere gösteriyor çünkü. Evde babasının elini öpen kızlar, evlenince de kocalarının ellerini öperek eril gücü kabul ettiklerinin, bu çok masum görünen eylemle önce sembolik sonra da fiziksel şiddete onay verdiklerinin farkında değiller tabi ki. Asıl mesele de bu aslında, hiçbir şeyi fark etmeden yaşıyor olmamız. Zaten fark etmeye başladığımız o anda, dün öptüğümüz o eller ya tokat olup yüzümüzde patlıyor ya da bizlere doğrultulmuş silahları tutuyorlar.

Neyse, biz tekrar kitaba dönelim. “Çokbilmişlik taslamak istemem ama tıpkı bir çift topuklu ayakkabı gibi çanta da hareket özgürlüğümüzü etkiler gerçekten. Erkeklerde çanta modasının rağbet görmemesinin sayısız sebebinden biriydi bu işte.” Diyor Seda Yılmaz kitabında.

Sahi neden tutkundur kadınlar çantalara? Patriyarkal kapitalizmin bu sinsi oyuncaklarını sadece birer aksesuar olarak görmek çok iyi niyetli bir yaklaşım olur kanısındayım. Çantalar olsa olsa biz kadınların sorumluluklarımızın paketlenmiş halidir hep bir ihtiyatlı olma hali. Kâğıt mendil, sigara kullanmasa da çakmak, lastik, kalem, iğne, iplik, kolonya ve bilumum benzer nesneler. Hep, ya lazım olursa diye ve hep de birilerin lazım olursa diye. Kim o birileri ve neden biz kadınlar bu kadar önemsiyoruz o birilerini? Ve en önemlisi bu ihtiyatlı olma halini kimlerden ve nasıl edindik biz?

Çocukken tek başıma oynadığım bir oyun vardı. Bir sandalyeye oturur ve otobüse binmiş gibi imgelerdim kendimi. Kucağımda muhakkak oyuncak bebeğim, yanımdaysa içini tıka basa doldurduğum annemin herhangi bir çantası. Güya seyahate çıkardım aklım sıra, sık sık kucağımdaki bebeğimi pış pışlar ve bacaklarım görünmesin diye de eteğimi çekiştirirdim. O çocuk doğal olarak büyüme süreçlerinde ve ilk yetişkinliğinde hep tıkış tıkış dolduruverdi çantasını hep birilerine bir şeyler lazım olur diye kolunda koca bir yük taşıdı. Ne zaman ki sırtındaki yüklerden kurtulmak istedi işte o zaman önce kolundakilerden başladı. Çantanın kültürel boyunduruğu bir yana, moda şemsiyesi altındaki tüketim çılgınlığına hiç değinmiyorum. O kısmı en iyi şekilde Seda Yılmaz, kitabında Marc Jacobs’tan alıntıladığı şu cümle ile yapmış. “Boyu, kilosu, saçı veya ten rengi ne olursa olsun, her kadın çanta takabilir ve ayakkabı giyebilirdi. Dolayısıyla daha çok kadının vücudu saran, sırttan fermuarlı lateks elbiselerdense çantayı beğenmesi normal.”

Seda Yılmaz’ın “Giysiler Ne Anlatır” kitabı, özellikle de 70’ler kuşağındansanız sizi kişisel serüveninizde yolculuğa çıkartıp, herkesin kendi yaşanmışlıkları minvalinde bir dolu anısını su yüzüne getiren bir nevi “yüzleşme” kitabı aslında. Kâh 400 yıl boyunca kadınları zapturapt altına almanın genel kabul görmüş şekli olan korselerin tarihçesiyle tanışıp, kah Çin’deki Lotus ayaklı kadınları tekrar anımsıyor ve her seferinde sözde moda söylemiyle tek tipleştirilen ve günümüzde diyet, spor ve estetik operasyonlarla kadınların üzerindeki benlik imajının nasıl devam ettiğini Yılmaz’ın deyimiyle “soyut korselerinizi” sorguluyorsunuz.

“Benim bedenim, benim hayatım” kadın hareketinin hayatımıza kattığı en güzel sloganlardan biri. Peki, hangimiz bir bayram ziyaretinde, “ama çok kilo almışsın” diyen bir yakınımızın sözlerini gece uykularımıza taşımıyoruz? Hangimiz sahilde bikinisinin içinde havalı havalı yürüyen o esmerin yerinde olmak istemiyoruz? Yoksa kitapta Yılmaz’ın Kate Moss’tan alıntıladığı gibi, “hiçbir şeyin tadı, zayıflığın verdiği hissin yerini tutmuyor mu? O zaman tabağındaki fıstıklı baklavayı neden yiyorsun? Hadi yedin, neden sonrasında kendini suçluyorsun? Zihnin bedenine, bedenin zihnine oyun oynuyorsa canım kadın, sen iyisi mi ne istiyorsan onu yap, ama yeter ki, suçlama kendini.  “Aslında özgürlük için değil, bunun tam tersi olan bağımlılık için eğitildik.” Diyen, Colette Dawling’i anımsa ve suçlama kendini. En nihayetinde “senin bedenin, senin hayatın.” Kadın olarak yaptığımız ve yapmadığımız şeylerle yeterince suçlanıyoruz zaten. Üstüne bir de sen kendini yiyip bitirme. Yedin mi fıstıklı baklavayı, oh! Afiyet bal olsun.

Bir kadın olarak bizlere dayatılan ve bizim yerimize inşa edilen varlığımızdan özgürleşme sürecinde feminist yazımın ne denli önemli olduğunu deneyimlemiş olanlar bilirler. İşte bu bağlamda, yaşam serüvenindeki özgürleşme sürecini öncesi ve sonrasını sansürlemeksizin bizlere sunmuş olan Seda Yılmaz’a ufuk açıcı ve sorgulatıcı kitabından ötürü teşekkürü borç bilerek, kitapta bahsi geçen “kuku beresini”**  bu sene 8 Mart feminist gece yürüyüşünde takabilmek için 2 çile yün alıyorum kendime bayram hediyesi olarak.

Dedim ya “giysiler ne anlatır” kitabı aslında tam anlamıyla başka bir kadının yaşam hikâyesi üzerinden kendi hikayenizle yüzleşme fırsatı sunuyor.  Hem moda akımlarının etkisiyle nasıl tüketim çılgını haline geldiğimizi, hem de ha bugün, ha yarın diyerek yıllardır gardıroplarımızda tuttuğumuz kıyafetlerle ruhumuza da nasıl işkence ettiğimizi hatırlatıyor. Dürüst olalım, bir gün zayıflarım diye sakladığın o elbisenin içine on yıldır giremiyorsan, ne olur biraz gerçekçi ol ve içine girebileceğin başka bir elbise al da, ruhun da, gardırobunda ferahlasın. Ama şu da var ki, dolabından attığın elbiselerle sana biçilen kadınlık rollerini atman kolay olmayacak bilesin.  İşte bu noktada şöyle diyor Yılmaz “şöyle oturmalı, böyle kalkmalı, şunu giymeli, bunu giymemeli… Bu topraklarda yetişen her kadının öncelikle aileleri ve sonra toplum tarafından ite kaka bu kadınlık elbisesinin içine sokulmaları üzerine düşündüm. Elbisenin modeli, yaşadığımız yere, aldığımız eğitime, sınıfsal aidiyetimize göre bir nebze değişse de kalıbı birdir. Çünkü patronunu çıkaran bizzat eril iktidardır.” 

Biz kadınlar var olduğumuz o ilk andan beri savaşıyoruz eril iktidarlarla. Son yıllardaysa kapitalizm ve patriyarka işbirliği yapmışken, bize düşen Sara Amed’in, “insanın halen adam olarak tanımlandığı bir dünyada, kadınlar için ve kadınlar olarak savaşmak zorundayız.” Sözlerini kulağımıza küpe edinmek. Bunun için ister gardırobunuzdan başlayın, isterseniz çocukluğunuzdaki hayaletlerden. Her ne şekilde yaparsınız bilemem ama “bir ben var bende, benden içeri” diyorsanız, baltaları kuşanıp yeni bir ben inşa etmenin zamanı gelmiş demektir. 

Ne diyeyim, fıstıklı baklavayı özgürce yiyin kadınlar. En nihayetinde beden de, yaşam da sizin.  Hadi iyi bayramlar…

 -----------------------------

Dipnotlar:

*Seda Yılmaz, Giysiler Ne Anlatır, Mundi Kitap 2020

**Pussyhat, Türkçe adıyla kuku beresi. Donald Trump’ın 2017 başkanlık seçimleri öncesinde ortaya çıkan bir ses kaydında, “Güzel kadın gördüm mü dayanamıyorum. Ünlü isen, kadınlara her şey yapabilirsin. Onları öpebilir, hatta onların kukularını avuçlayabilirsin” demesi üzerine kadınlar, ABD başkanının cinsiyetçi söylemine karşılık, kukuya sahip çıkarak hatta onu baş tacı ederek, “kadın hakları insan haklarıdır” sloganıyla gerçekleştirdikleri kadın yürüyüşünde kadın dayanışmasının simgesi haline gelmiş olan pembe berelerdir. (Seda Yılmaz, 64)







Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Çölde Vaha Misali Bir Etkinlik
    ''Bir yer düşünün; cep telefonu, bilgisayar, cüzdan gibi eşyaların çadırların önündeki masalara bırakıldığı, masanızdaki bir tava menemene gelen geçenlerin ekmek bandırıp yollarına devam ettikleri, bir yer düşünün herkesin tanısın tanımasın…
  2. Afetler Ayrımcılık Yapmaz, İnsanlar Yapar
    Depremlerde, cinsiyetlerinin savunmasızlığından ötürü kadınların karşılaşabileceği sorunlar çok daha fazladır ve unutmayalım ki bu deprem, küresel cinsiyet eşitsizliği sıralamasında 156 ülke arasında 133. sırada yer alan Türkiye’de gerçekleşti. Afetler ayrımcılık…
  3. Afgan kadınlar köleyken biz özgür olabilir miyiz?
    “15 Ağustos 2021 sonrasında her şey gözlerimin önünde oldu: 20 yıldır uğruna çalıştığımız bir demokrasi 24 saat içinde yerle bir oldu. Açıklığa kavuşturmak istediğim bir nokta var: Afganistanlı kadınların başına gelenler her…
  4. Suçlu bulundu : İç Barışı Tehdit Eden Kadınlar!
    “Ey insanlık dinle ve anla. On ikiye beş kaldı, aç gözünü tetikte ol, hırsız çaldı zamanı. Gel Pazar günü saat üçte, öğren de kurtar canını.” Michael Ende’nin, dinlemeyi bilen küçük…
  5. Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet
    Dün Sırbistan, Japonya, bugün Rusya ya da yarın herhangi başka bir yer. Ülkeler değişir ama asla değişmeyense eril zihniyetin savaş meydanlarındaki tezahürüdür. Bir bakmışsınız bugün kurban gibi görünen bir ulus,…
  6. Eril Aktörlerin Yitik Kurbanları
    Kadınları namus, ahlak ve sadakat kemerleriyle eve bağlayan Nazilerin erkeklerinin lugatlarında sadakat, sadece birer propaganda aracıymış tabi ki. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin liderlerinden Heinrich Himmler’in sekreteri Hedwig Potthast ile…
  7. Dünya emekçi kadınlar gününde elleri düşünmek
    Hey sen, oradaki… Ne yapıyorsun ellerinle? Tıkış pıkış bindirildikleri arabada Corona önlemlerine uyulmayıp, maske takılmamasına itiraz ettiği ve bu olayı görüntülemeye çalıştığı için gözünün kör olmasına neden olduğun 60 yasındaki…
  8. Metaverse dünyasında kadınlar ve taciz.
    Gece dışarı çıkma, kalabalıklara karışma, onu bunu giyme derken şimdi de sanal âlemde kimliğini gizle. Peki, ama neden? Kadınlar bin yıllardan beri kendilerine reva görülen sessizlik ve toplumun dışında tutulmayla…
  9. Sen Ne Çektin Be Havva
    Sen ne çektin be Havva… Canın çekti bir elma yedin. Sonra Âdem’e de ikram ettin. Âdem de hayır demeyip yedi. Üstüne kovuldun cennetten ama ikramiye sana kaldı, o gün bir…
  10. Başarılı kadınların enselerinde vızıldayan erkekler
    Tamer Karadağlı Türkiyeli izleyiciler tarafından kültürel kodlarımızın bir tezahürü olan taş fırın erkeği tiplemesi ile akıllarda kalmış bir sanatçıdır.  Yaşanan böylesi bir olayda,  taş fırın erkek kimliğinden soyunup sanatçı kimliğine…
  11. Özgürlüğe Pedallayın Kadınlar!
    Sufrajetlerin önemli ismi Susan Anthony: “Bisikleti yönetmeyi başaran bir kadın, hayatı da yönetmeyi başaracaktır” sözü ile kadınların bisiklet mücadelelerine verdiği destek ile güç katmış ve  “Dünyadaki kadınların eşit haklara ulaşması…
  12. Kadın Katillerini Yetiştiren Kim?
    Her gün en az 3 kadının öldürüldüğü, kadın katillerinin korunduğu, kadınların yaşam haklarını savunmak için kuş misali çırpındıkları bir ülkede yukarıdaki sözleri söyleyenin bir kadın olmamasını çok isterdim ama gene…
  13. Kadınların Sahnesi Yeni Başlıyor
    Son zamanlarda tüm dünya kadınlarını da içine alarak belki, ama en çok da kendi ülkemin kadınlarını düşününce görüyorum ki, hep kanlı oyunların başrolünü oynamak biz kadınlara düşüyor. Ve maalesef ki,…
  14. Makbul Analık Sorgusu
    Makbul Analık Sorgusu
    9 Şubat 2021
    Aile yapısının sağlamlığının göstergesi, AKP hükümetinin 2012-2019 yılları arasında %1400 artış göstermiş olan kadın cinayetleri midir? Evlenme oranları azalırken, boşanma sayılarının her geçen gün hızla artış göstermesi midir? Yoksa, aile…
  15. Bir Sonra Katledilecek Kadın Ya Sen İsen?
    Evet, bir sonrakinin sen olma olasılığı çok yüksek, senin olası katilinin de bir kravat, iki pişmanlıkla davasının en kısa sürede kapanması da çok olası. Velev ki, katledilen sen olmasan dahi,…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…